30 Ağustos 2015 Pazar

Bir De Bağlaç Der Geçeriz





  Bir bağlaç ne de çok şey değiştirir hayatımızda. Hiç düşündünüz mü? İlahi sen de, diyeceksiniz. 'Neden düşünelim?' . 'Siz onu yetimlere sorun.' derim. Bir 'ile' düşünün. Ne çok hayallerini, rüyalarını süslemiştir, yüreği üşümüş çocukların.

     Bir bağlaç çok şey değiştirir hayatımızda. Ya koca bir ömür katar ömrümüze ya da koca bir ömür siler ömrümüzden. Bir yetim için 'ile' demek, bağrına basacak, geceleri üstünü örtecek, hasta olduğunda alnına kondurduğu bir öpücükle ateşini ölçecek,  sevgisini katarak çorba pişirecek bir 'anne' demek, başını okşayacak, istediği oyuncağı alacak, oyunparkına götürecek, hakkında kahramanlık destanları anlatacak bir 'baba' demek. Bir '-de' bağlacı düşünün. Sıcaklığını hissedeceği bir yuva demek. Bir bağlaç çok şey demek. Şimdi . . . Bir daha düşünjelim mi ?




                Ebru Bodur

1 Temmuz 2015 Çarşamba

Bi yerler, şeyler ..





        Radyoda şarkı çalıyor, dinlemeye bile mecalim yok. Bir şeyler mırıldanıyor ama ne diyor bilmiyorum. Karşımda şehrin en güzel manzarası, bakıyorum ama görmüyorum. Biraz ev, biraz yol, ağaçlar, çiçekler var biraz da deniz. Bakmak var işte, bide görmek. Bu sabahki poğaçalar çok tazeymiş öyle dediler, ağzıma bir şeyler attım ama neydi bilmiyorum. Çay içmedin sen bugün, alalım mı  tarzında bir şeyler dediler; anlamadım  ama hı hı dedim. Oda buz oldu zaten, ilk yudumum aynı zamanda son oldu. Otobüse bindim sabah, bir yerlerden geçtim ama tanımıyorum. Bakıyorum ama görmüyorum. Sadece küçük bir kızla bakışıyoruz o ağladıkça ben rahatlıyorum. Son durak diyor şoför yüzüne bakıyorum ama anlamıyorum, yanımdaki adam telefonun çalıyor diyor bir an Grahambell'e kadar gidiyor aklım, hı hı diyorum ama açmıyorum. Şu dünyada yaşayan milyonlarca sevgi müşterisinden sadece biriyim. Tezgahta kalmamış, sırada bekliyorum. Dokunmayın bana! Dünyanın en güzel besteleri de çalsa burnumda, yazabilecek sözüm yok.


                                                  Kezban Fettah

28 Mayıs 2015 Perşembe

İçim Çok Kalabalık

 

   İçim ,yine çok kalabalık bugün. Sesler birbirine karışmış seçemiyorum. Hepsi aynı kalabalıkta. Hepsi birbirinden daha ağır basıyor. Hangisini dinlesem daha dertli geliyor tınısı. Uzaklaşamıyorum içimden, soyutlayamıyorum kendimi. Bırakıp gidemiyorum. Bırakmıyorlar beni. Bir müzik sesi ilişmeye çalışıyor kulağıma, duyuyorum, ama ne söylüyor anlamıyorum. Oradan uzaklaşıp, başka bir yöne ilerliyorum. Genç bir kız adres soruyor. Anlamsızca bakıyorum yüzüne, cevap vermeden dönüyorum arkamı. İlerde bir pisicik çarpıyor gözüme,  ayağıma sürtünüp "Beni sev" diyor sanki tüm şirin hareketleriyle. Halim yok pisicik, vaktim yok. Yetişmeye çalışırcasına hızlı hızlı adımlarla ilerliyorum,  nitekim yorulduktan sonra fark ediyorum, yetişeceğim bir yer yok. "Evladım , simit alır mısın?" diyor amcam, harçlığını çıkaracak belli ki. "İçim çok kalabalık amca, sağol"diyorum. Telefonumun ısrarla titremesiyle irkiliyorum. İşi düşenler aramış: "Sıranızı bekleyin" diyorum, "İçim çok kalabalık". Karaköy'den otobüse biniyorum. Meraklı bakışların hedefi oluyorum. Herkes bir şey söyleyecek oluyor. Elimi kaldırıyorum, "Sıranızı bekleyin, içim çok kalabalık".

   


                                Ebru Bodur

27 Mayıs 2015 Çarşamba

Ne Senle Ne De Sensiz Bursa


       13.10 vapuru .. Yolcu kalmasın! Yine bir ayrılık yine bir kavuşma vakti. Istanbul için ayrılık Bursa için kavuşma vakti .. Bilmem ki nedir bu heyecanın sebebi? Öylesine çocuklar gibi şen, öylesine yerinden çıkacak bir yürek. Bu vapur şükür sebebim: binbir umudum var içinde, hayallerim, hüzünlerim. Hele ki martılar, adeta haykırıyorlar Yaratıcı'nın eşsiz sanatını, 'Yaradan'a tesbih edin.' diyorlar. Her biri öylesine güzel ve özel.
      Simit atmayı ben de çok sevdim. ama ekolojik dengelerini bozduğunu öğrendiğimden beri atmıyorum. Her vapura binişimde bu ne muhteşem sevinç, subhanAllah! Martılar yine sahiplerini bekliyor. Her biri bir seyyah .. Kimin elinden ekmek yiyecekleri belli değil. Ha bir de müzik. Kulağımda tınısı, elimde defterim, cam kenarında kalorifer ve camın dışında denizle martılar.
      Ne senle ne de sensiz Bursa. İçimdeki bitmez dava. Araftayım. Ama bilirim ki hiçbir varlık rızkı için düşmez şüpheye. Onu bir gözetleyen, onun rızkını düşünen var bilir çünki. Ben de kendimi sana teslim ettim Allah'ım. Özleyeceğim biliyorum. En çok da vapur yolculuğumu. Bursa'ya yolculuğun en güzel yanı. Bursa'yı o kadar çok seviyorum ki; bir çocuğu sever gibi, bir aşık gibi .. Kim bilir ... Belki o da beni seviyordur. Olamaz mı ?


                                Ebru Bodur

21 Mayıs 2015 Perşembe

90'larda Çocuk Olmak


     

      Sana sesleniyorum çocuk: Şansını bil. Sesimi duy çocuk. Beni iyi dinle. Bilir misin etrafı zırhla kaplı site içlerini? Her biri en az yirmi kattan oluşmuş zindana mahkum olmayı bilir misin? Televizyona mahkum olmayı, sadece bir kaydıraktan kayabilmek için annenin ya da babanın eve gelmesini seni dışarı çıkartmasını beklemeyi bilir misin? Yaşamak ile duymak arasındaki ayrımı bilmezsin sen çocuk. Senin sevinç çığlıklarını televizyondan duyuyorum ben. Bir sürü arkadaşın oluyormuş demek, hem de maç yapabilecek kadar! Sokaklara doymak bilmemişsin be çocuk! Her kaldırım taşında ayak izin kalmış, her duvarda saklambaç oynadığın elin.. İstop oynarken tuttuğun renkleri sokaktan geçen insanların üzerlerinde unutmuşsun.
     Ben hala akşamları bekliyorum çocuk. Sen ise yutmuşsın sabah ile akşamı. Yorulmak bilmedin mi çocuk? Kaç tur attın bisikletinle? Bugün kaç tur verdin arkadaşına? Akşam ezanından sonra geldiğin için kaç azar işittin? Ben senin oyunlarını bilmem çocuk, sen de benimkileri bilmezsin. Ben senin sokağına inemedim, senin sokağından geçemedim. "Anneeeee, suuuuuuu!" diye bağıramadım avazım çıktığı kadar balkona. Benim sesim karışmadı çocuk sesine. Düşünce yara olan dizimin acısını oyuna dalarak unutmadım hiç. Tasolarını, aterilerini babamın fotoğraflarından gördüm hep. Bizim sitemize "Dönme dolap" gelmez, oyun alanına biz gideriz. Barış Manço senin de başını okşadı mı çocuk? Babam anlattı, çocukları çok severmiş. Mavi önlük de yakışmış sana çocuk, hem de çok.
      Beni tanımadın değil mi? Tanımazsın çocuk, boşver .. Sen 90'ların haylaz ve neşeli çocuğusun ben iyi bilirim. Mahallenin abileri korur seni. Arkanda bakkalcı Ramazan Amca, yanında terzi Nejla Teyze .. Sokaklarda göğüs gere gere oynamanın rahatlığını bilmem ben. Sen beni tanımazsın, tanıma çocuk.

    Çocukluğuma selam olsun ...



  
        Ebru Bodur


30 Nisan 2015 Perşembe

Gelecekten Mektup


    Şu sonu olan dünyada her şeyin bir sonu var da özlemin yok. Bir tek özlem tükenmiyor. Özle özle bitmiyor, bitemiyor. Dağlar taşların ardı sıra düşmüş, boğazımda düğümlenmiş. Yutkunamıyorum. Şifa dolu elleri, kasa kasa sevgi yüklü kalbi, umutla parlayan gözleri, güven kokan sözleri .. Annem. Özlüyorum işte. Biliyorum bir kelimeye bu kadar ağırlık yüklemek haksızlık. Biliyorum, tek kelimenin  harcı değil, kaldıramaz.
     Gidiyorum anne. Kızın gelin oldu gidiyor. Benim evim artık senin evin değil. Annem. Gidiyorum. Ama yine senin büyümeyen kızın olacak mıyım? Yine basacak mısın bağrına, sabahları yatacak mısın yanıma? 'Ben seni vermeyeceğim.' demiştin ya niye verdin anne? Sözünde durmaz mıydı anneler? Sen öyle demiştin ya, beni bırakmazdın. Kim bilir ne kadar da güzel görüyorsundur beni. Anne olunca ben de senin kadar güzel görebilecek miyim yavrumu? Ellerin ne kadar da sıcak, yüreğinden mi geliyor bu sıcaklık? Başını göğsüne yasladığımda kalbin ne kadar hızlı atıyor. Sahi beni çok mu seviyorsun anne?
    'Kızım ya, sen gitme benimle kal. Ben sensiz ne yaparım?' demiştin. Sahi ne yapacaksın annem? Kimlere emanet edeyim ben seni.
    Bak kızın gelin oldu gidiyor. O da "el"ler kervanına karıştı yol alıyor. Senin kadar düşünürler mi orada da? Senin gördüğün kadar güzel görürler mi beni, titrerler mi üstüme? Niye verdin beni annneee? Hani vermezdin?
     Seninle geçirdiğim her an ne kadar değerli, sensiz geçen her an ne kadar boşmuş. Yıllardır görmemişçesine özlüyorum seni. Sensiz geçen her günüm gözyaşı olup boğazımda düğümleniyor. Korkuyorum anne. Sensizlik dibi görünmeyen kör bir kuyu gibi. Sensizliğe alışır mıyım anne? Ama .. Ben alışmaktan da korkuyorum. Hâlâ huysuz bir kızım değil mi? Ben de senin kadar iyi bir anne olabilecek miyim sence? Çocuklarım da beni sevecek mi? Ama ben yemekleri senin kadar lezzetli yapamıyorum ki! Salçayı hep fazla koyuyorum bilirsin. Pantolon ütülürken çift çizgi yapıyorum, cam kenarlarını silmeyi hâlâ unutuyorum. Ben senin kadar mükemmel olamam ki anne.
     Senin evine yine evim diyebilir miyim? Benim başka bir evim daha var ama olsun. Burası bizim değil mi annecim? Ben geldiğimde en sevdiğim yemekleri yapar mısın, fakülte yıllarımdaki gibi? Fakülte yıllarımda sürpriz yapıp erkenden eve  geldiğimde niye kızdığını şimdi anlıyorum. Özlemin ağırlığını taşıyamıyormuş yürek. Sen beni öyle bir kucaklıyordun ki hepsi geçiyordu. Şimdi de geçecek mi? Yine ağlayarak mı yolcu edeceksin? Özlem korkutuyor değil mi annem?
    Ben senin kadar güzel kokamıyorum. Senin kokun dünyalara bedelmiş be annem! Hem benim evim, bizim evimiz gibi kokmuyor anne. Duvarları gülmüyor yüzüme, mutfağı selamlamıyor, kapıları kucaklamıyor. Sen yine de benim evime gelir misin? Kusurlarımı görmezden gelir misin? Yadırgamazsın değil mi annem? Benim evimi de ev yapar mısın, sahip çıkar mısın? Sensizim anne, sensizim.
    Bana kızma anne, başka bir adamla gittim diye. Kalbim hâlâ seninle. Seni hâlâ çok seviyorum. Kimse seni sevmemi engelleyemez ki. Senin sevgini geçemez kimsenin sevgisi. Gülüşü cennet annem, avuçları şifa, sözleri deva. Kızın gelin oldu gidiyor. Kızın büyüdü. Onunla beraber yüreği de büyüdü. Kalbi daha fazla sevgiye bölündü. Sen de  ... Böyle mi büyüdün anne?!






Ebru Bodur

27 Nisan 2015 Pazartesi

Seversek, Hayat Sever Bizi

   
  Sevin, çokça sevin dostlar! Katılaşmış yüreklerin ilacıdır sevgi. Buz tutmuş demeyin; zaman verin. Hangi yürek vardır ki sevgi karşısında yağ gibi erimeyen? Bir tebessüme aç yürekler sarmış dört yanımızı. Ondandır huysuzluğumuz, yapamadığımız,  cesaret edemediğimiz için karşıdan bekleriz. Bi adım bekleriz , hep bi adım .. Ah o bi adım atılsa ama atılsa işte! Beklemesek karşıdan bu sefer biz yapsak. Biz özür dilesek utanmadan; biz adım atsak karşılık beklemeden; biz tebessüm etsek sevabını El Bari'den umarak .. Toplayabilsek o cesaretimizi damarlarımıza! Sabırsızlığımız sevgimize bile yansımış. Unutmuşuz binbir sabırla sevgiyle yetiştirdiğimiz çiçekleri, unutmuşuz başlı başına 'sabır taşı' olan annemizi .. Velhâsılkelam sevin, çokça sevin dostlar! Tüm gücünüzle sevin ki, tüm gücüyle sevsin hayat sizi .. 






Ebru Bodur

20 Nisan 2015 Pazartesi

Benim Ütopyam

    İnsanlar günümüzde üstün güçlere sahip değiller. Yemek yerler, içerler, yürürler. Ama her insan üstün güce sahip olmayı ister: Her istediğine istediği anda sahip olmayı. Teknoloji o kadar çok ilerledi ki artık telefonlarla televizyonlarla bilgisayarlarla her istediğimize kavuşabiliyoruz aslında. Beklemek yok. Sabretmek yok. Umut etmek yok. Dile ve olsun! Öyle bir duruma geldik ki telefon ve televizyon bize ne yapmamız gerektiğine, ne kadar yememiz, ne kadar içmemiz gerektiği,kaç kilo olmamız gerektiğine dair ipuçlarını adeta cerrah ustalığıyla beynimize yerleştiriyor. Bizler artık koşa koşa elimizdekini avucumuzdakini vererek kliniğe gidiyoruz ve zayıflamak istediğimizi söylüyoruz. Çünkü en özeline, en güzeline, en ideal olana dair fikirler bize dikte edilmiş bir kere.
    Artık ailemize ihtiyacımız yok. Çünkü sosyal ağlarda yüzlerce arkadaşımız var. Ama hâlâ mutlu değiliz, hâlâ yalnızız. Yakında insanlarla konuşabilen, dertleşebilen, Güzin Abla konumunu işgal edecek telefonlar çıkacak zannımca. Hatta Apple markasının "Siri" uygulaması bunun alenen göstergesi.İnsan ilişkileri böyle yozlaşıyor. Gençler telefonla uğraşmaktan iletişim kurmayı hatta konuşmayı unutuyor, "kem küm" ediyorlar deyim yerindeyse.Teknoloji üretirken biz onun efendisiydik, ürettikten sonra o bizim efendimiz oldu. Öyle ki onu üretenler bile onun kölesi haline gelip kapitalizme hizmet için daha da fazla her gün biraz daha olanaklısını geliştiriyor ve piyasaya sürüyorlar. Kendi elimizle biraz daha kendimizin hizmetlisi oluyoruz.
    Öyle bir dünya olsun ki insan ilişkileri samimiyetini hep taze tutsun. Topyekûn geriye bir dönüş yapalım, teknolojisiz devre dönelim demek elbette haksızlık olur. Zararlarının yanında pek çok yararı da var. Öyle bir dünya olsun ki insanlar teknolojiye rağmen insan kalsınlar. Anne ne demek, baba ne demek, kardeş ne demek hiç unutmasınlar. teknolojinin tüm cazibesine rağmen birbirlerini seçsinler. Para, aile ilişkilerinin önüne geçemesin. Elitin avâmı ezmediği bir dünya olsun. Hatta "elitlik" ve "avâmlık" ayrımını ortaya koyan maddiyat ilişkilerin önünde durmasın. İnsanlar bankaya vs. gittiklerinde kıyafetleriyle hürmet görmesinler. Akşam ailecek bir arada oturup birbirlerini dinleyebilsinler. Sobanın üstünde pişen bir kestane olmasa da çaydanlıkta kaynayacak bir bardak çayları mutlaka olsun. Arkadaşlık işini yaptırmak için ihtiyaç gördüğün bir aracıdan ibaret olmasın. Öyle bir dünya olsun ki bir kalpten başlayıp öbür kalpte son bulan sevgiden köprüler olsun. "Sevgi köprüsü" tabelalarda değil, yüreklerimizde olsun!





Ebru Bodur

15 Nisan 2015 Çarşamba

Misafirin Hikmeti


   Bir köyde misafirler çok sevilirmiş. Köye gelen her misafir köyün yerlileri tarafından ağırlanmak istenirmiş. Yalnız bu köyde bir hanım var ki misafiri hiç mi hiç sevmezmiş. Beyi de hanımı yüzünden evine davet edemezmiş. Yine birgün köye misafir geleceği haberi alınmış. Köy odasında toplanan köylüler misafiri aralarında paylaşamamışlar. Şöyle bir karara varmışlar: Köyün girişine herkes bir taş koyacak misafir hangisini beğenir de üstüne oturursa o taşın sahibi misafiri ağırlayacaktır. Herkes en düz, en temiz taşı bulup koymuştur amma hanımı misafir sevmeyen adamda en sivri taşı koymuştur. Vakit gelmiş, misafir köye inmiştir. Geleneği öğrenen misafir sivri taşı görünce pek bir şaşırmış, işin sırrını öğrenmek için sivri taşı seçmiştir. Bey ne yapsın el mahkum götürmüş misafiri. Hanımı da artık Allah ne verdiyse hazırlamış sofrayı ve odadan çekilmiş. 'Allah Allah hangi akıllı sivri taşı seçer ki ? ' diye de düşünmüyor değilmiş. Kapı deliğinden izlemeye karar vermiş. Bir de ne görsün? Misafir bir kaşık alıyor, on kaşık bereket yağıyormuş .Bir kaşık alıyor, on kaşık bereket yağıyormuş. O günün hikmetiyle bir ders almış. 🍀 Misafir on bereketle gelir, birini yer, dokuzunu bırakırmış .. 😊 



/ 20.yydan derlenmiş bir hikaye /

11 Nisan 2015 Cumartesi

Yalnızlık Fetişizmi



  Hepimiz yalnız olduğumuzu söylüyoruz. Peki ne kadar yalnızız? Yalnızlık modern efendilerimizle bir köşeye çekilmek mi? Köleliğimizin ne kadar farkındayız? Yalnızlık .. Kime göre neye göre yalnızlık? Hiçkimsenin olmaması mı yalnızlık yoksa milyonların içinde kendi tahtına çekilmek mi?
   Şimdilerde  moda olmuş bu kelime. Elimizde akıllı telefonlar, tabletler sosyal medyada haykırıyoruz: 'Yalnızım!' Kim yalnızlaştırıyor bizi? Kendimiz? Olabilir mi? Eskilerde herkesten saklamaya çalıştıkları şeyle şimdi sosyal ağlarda prim yapılıyor. Moda denen şey ne kadar tehlikeli işte küçük(!) bir yansıması. Moda .. Moda .. Moda .. Ah ne kelime ama!
    Bir balık denizin içindeyken bulunduğu yerin farkında mıdır dersiniz? İnsan da teknoloji çılgınlığından çıkana kadar fark edemeyecek kanaatimizce. Tarih boyu hiçbir şeye boyun eğmeyen âdemoğlu teknolojinin önünde nasıl da hemen diz çöküverdi?






Ebru Bodur

9 Nisan 2015 Perşembe

Yazarım, ben



- Hoşgeldiniz, buyrun şöyle oturun.
- Teşekkür ederim.
- Sizin mesleğiniz nedir?
- Yazarım, ben.
- Aaa , öyle mi? Kitabınız var mı? Adı nedir?
- Kitabım yok benim; kağıtlarım var, sonra kalemlerim.
- Ama .. Nasıl olur? Kitap çıkarmadan yazar olunur mu ki?
- Pekâlâ olunur efendim.
- Ne yazarsınız öyleyse?
- Hislerimi yazarım .. Sevdiklerimi yazarım .. Duygularımı yazarım.. Ağlayışlarımı, yorgun yürüyüşlerimi, sabırsız bekleyişlerimi, hınca hınç içimde susuşlarımı yazarım. Ama en çok da sevdiklerimi mutlu etmek için yazarım. Öyle marka saatmiş, çantaymış çuntaymış hediye etmeyi bilmem ben. Kalbimden kelâmıma dökülenleri yazar, hediye ederim.
      Sonuç olarak yazarım ben. Gözümdeki yaşın, kulaklarımdaki nağmelerin, dudaklarımdaki sessizliğin ve kalbimdeki heyecanın, dûalarımdaki umudun yazarıyım.
      En çok da onun kahverengi gözlerinin yazarıyım.






Ebru Bodur

6 Nisan 2015 Pazartesi

Vakit:Çok Geç




     Neydi sebebini bilmediğimiz bu arayış? Bulduğumuzu zannettiğimiz halde niyeydi firarlarımız? Ardımızda bekleyenimiz varken başka kollarda aradığımız, bulmayı umduğumuz şey neydi? Umarsızca, düşüncesizce eziyorduk sevgimizi. Dibine kadar söndürüyorduk kalbimizdeki parıltıyı. Söküyorduk düşünmeden, ekilen çiçekleri. Vefasızca basıyorduk üstüne. Basmasaydık üstüne, ezmeseydik belki görebilirdik karşımızdaki çırpınışları. Kendi bencilliğimize hapsettik bizim için çarpan yüreği. Emek vermedik, uğraşmadık. Bütün sevgiler bizim olsun istedik. Hırsımıza âlet ettik. Hem sevgiden ettik hem sevgiden olduk. Şimdi sıkıntılarla arkadaş, hüsran misafiri. Kapıda pişmanlık .. Vakit: çok geç. Söyle şimdi geride kalan kim?






Ebru Bodur

3 Nisan 2015 Cuma

Tam Da Ortasındayım

   

    Vapurları hep sevdim. Hem giderken hem dönerken .. Hem hiç gitmemiş hem hiç dönmemiştim. Orada bir yerdeydim. Ama neredeydim? Tam da ortasındaydım sevinçlerimin. Bedeni ve ruhu bir bütün değil miydi insanın? Nasıl da birbirinden bağımsız gezebiliyorlardı o zaman? Neden beni düşünmüyorlardı? Şikayetçi değildim bu durumdan. Hiçbir zaman da olmadım. Bursa başkaydı benim için. Anlatmalara doyamadığım anlatırken de gözyaşlarına hakim olamadığım. Ama niçin akıyordu o yaşlar? Sebebi neydi? Nasıl bu kadar içli sevilebilirdi? Ya da neden bu kadar içli sevilebilsindi!? Ah Bursa bana n'aptın? İnsanları kendine nasıl bağlıyorsun öyle?
     Belki de vapurları hep bu yüzden sevdim. Tam da ortasındaydım çünkü. Sağım Bursa solum Istanbul. Kalbimi ikiye bölemezdim.
     Her gün ayrı telaşlar .. Her binişimde farklı yüzler, farklı sesler, belki de farklı martılar :) Onların içinde envai çeşit hayal. Bugün de doymuştu martılar, bugün de kazanmıştı vapurun kantini. Bugün de kavuşmuştu insanlar: Kimi geleceğine kimi geçmişine.






Ebru Bodur

1 Nisan 2015 Çarşamba

10 yaşımın dünyası pamuk şekerdendi

 

     Mümkün olsaydı geçmişe gitmek 10 yıl öncesine giderdim. 10 yaşında olduğum zamana giderdim. 10 yaşımın dünyası pamuk şekerdendi. Her şey öylesine lezzetli öylesine doyurucuydu. Tek derdimiz, akşam ezanıyla sona eren oyunlarımız. Evde son bulan beş taşlarımız. Kapımızın önüne serdiğimiz kilimin üstünde oyuncak bebeklerimiz ve mutfak eşyalarımız. Yakan topta tuttuğumuz canlar, şarkılı yerden yüksekler, 'Tilki tilki saatin kaç?', 'Yumurtan var mı kurt baba?', 'Ortada kuyu var yandan geç.', vezirganbaşı .. Tek derdimiz kanamadığımız oyunlarımız.
      10 yaşımın dünyası pamuk şekerdendi. Kalbim pamuk, gülüşlerim şekerdi. Serbest resim derslerinin tek bir teması vardı: yaz-kış bacası tüten evler, yanından geçen akarsu, mavi bulutlar ve güneş hep el ele.
      10 yaşımın dünyası pamuk şekerdendi. İçinde cıvıldaşan kuşlar, coşkuyla akan dere, envai çesit çiçek. Hepsi pamuk şekerin farklı renkleriydi. Mesela sevginin rengi pembeydi. Acı çekmenin rengi yoktu. Çünkü acı çekmek yoktu. Sadakatin rengi sarıydı. Isıtsın diye içimizi. Gururun rengi şeffaftı. O kadar ince o kadar hassastı. Umudun rengi maviydi sonra. Gökyüzü kadar sonsuz, gökyüzü kadar çok, gökyüzü kadar bize kanat gersin diye. Utanmanın rengi kırmızıydı. Göstersin diye tüm saflığımızı. Mutluluğun rengi turuncuydu. Cesaretin rengi beyazdı.
    10 yaşımın dünyası pamuk şekerdendi. Her bir duygu, gökkuşağının bir rengi. Gökkuşağının öbür ucunda kapı. Açıldığı anda acının gri, hüznün siyah rengi selam verir hüsranla. Şimdi içeride kalmak da kapıdan çıkmakta bizim elimizde. Biz istersek pamuk şekerden ağaçlar, pamuk şekerden evler, pamuk şekerden kapler olur. Biz istersek hayat pamuk şeker olur.
      Hayatınızın pamuk şeker tadında olması dileğiyle ..






Ebru Bodur

Kalbimiz ağrır mıydı?

 

  Bugün yine okula gidemedim. Ben söylemeden tahmin ettiniz değil mi? Yine ayağım ..Evet, yine. Bugün de istirahat bugün de en sâdık dostum; kalemim. Hayır hayır durun bir dakika. Size yalan söylemeyeceğim. Bunu yapmaya hakkım yok. Ağrıyan ayağım değildi, kalbimdi. Evet kalbim. Ayağımın ağrısını duymuyordum kalbimin ağrısından. Ayağımın ağrısıyla setrediyordum ağrıyan kalbimden duyduğum utancı. Utanmak ayıp olmasındı. Kalbimiz ağrımasındı, ağrımasındı ki acımasındı ayağımız.

    Ne çok canımız yanıyor, kalbimiz ağrıyor? Kalbi ağrır mıydı insanın? Haberi var  mıydı canımızı yakanların canımızın yandığından ya da olsa haberi yakar mıydı yine canımızı? Soruyorum. Sadece soruyorum kendime. Birbiri ardına gelen ama bir türlü cevabını bulamayan sorularımla tüketiyorum kendimi. Soramıyorum canımı yakanlara, onların hıncını kalbimi ağrıtarak çıkarıyorum. Yine ben canımı yakıyorum, yine ben. Heh! Şimdi buldum cevabı. Başkaları değilmiş canımı yakan.

     Bizdik kendimize hem dert hem çare olan. Bizdik kendimize hem yara hem merhem olan.





Ebru Bodur

30 Mart 2015 Pazartesi

Neydi Yağan Kar?

                                                                             




                                                                                   19.02.15/Bursa


          Bugün beyaz örtüsünü taktı Bursa.Her zamankinden daha güzel daha saf görünüyor.Tarifi yok güzelliğinin.Çocuğuyla yaşlısıyla kadınıyla erkeğiyle dışardaydı Bursa. O kadar güzel yağdırıyordu ki Yaradan .. Öylesine zarif, öylesine ince. tane tane .. Her yürek kartopu oynamak için çarpmıştı bugün.
          Neydi yağan kar?Sevinçti, heyecandı, kartopuydu, oyundu.Çünkü sıcacık eldivene, sıcacık bir yuvaya sahipti sevinen yürekler.Peki ya beyaz örtüyü evi edinmiş, ağaçlar çatısı olmuş hayvanlar, insanlar sevinebilsin miydi?Onların sevinecek zamanı yoktu.Bugün de nereye sığınacaklarını düşüneceklerdi.Öncesinde karın doyurması gerekiyorlardı bir de.Sevinen yürekler karşısında düşünen yüreklerdi onlar.Bizim umursamazlığımza inat umursanmaya çalışan yüreklerdi.Bizim gereksiz kaprislerimize karşılık dertli yüreklerdi.
         Soğuktan morarmış elleriyle beyazın moruydu onlar, çan kanağına dönmüş gözlerle beyazın kırmızısıydı onlar, açıkta kalmış yanaklarla beyazın pembesiydi onlar .. Bizim renk körlüğümüze inat karın her rengiydi onlar.





Ebru Bodur

29 Mart 2015 Pazar

   Bir elmanın birbirinden değişik görünüşleri olabilir. Masanın üstünde elmayı bir an olsun görebilmek için boynunu uzatan çocuğun görüşü ve bir de elmayı alıp, onu masadaki arkadaşına rahatça veren efendisinin görüşü.


Franz Kafka / Aforizmalar
    "İnançtan mahrum olduğumuz söylenemez. Sadece yaşıyor olmamız bile, tüketilmeyecek bir inanç değeridir.", "İnanç değeri bunun neresindeymiş? Yaşamamak elde değil ki." , "İnancın insanı delirtecek kadar büyük gücü, bu 'elde değil ki'dedir ve bu olumsuzlama da açığa vurur kendini." Evden çıkıp gitmen gerekmiyor. Masa başında dur ve beni dinle. Beni dinlemesende olur, sadece dur. Beklemesen de olur tamamen sessiz ve yalnız ol. Dünya maskesini düşüresin diye kendini sana sunacaktır; elinden başka bir şey gelmez; çekiciliğe kapılmış, ayaklarının dibinde kıvranacaktır.



Franz Kafka / Aforizmalar

Ne De Çok Haklı Cioran

   




       "Yazmak olağanüstü bir tesellidir. Eğer yazmamış olsaydım, katil olabilirdim. İfade etmek bir kurtuluştur." diyor Cioran. Sonra , dokuz yaşındayken çok kızdığım bir arkadaşım için "X'ten nefret ediyorum." diye sayfalarca günlüğüme yazdığım canlanıyor gözümde. Ardından yüreğimde bir kuş hafifliği, kanat çırpıyor serinliklere."Yazmak, kendi kendini tedavi etmektir." diye devam ediyor. O an anlamını buluyor bütün anlamsızlıklarım. Şimdi idrak edebiliyorum, sakinleşmemin sebebini. Ciğer çalan bir sokak kedisinin ustalığıyla tüm öfkelerimi, hayal kırıklıklarımı bırakıp kaçmıştım.
        Ve yine "En ilginç ki kimseler hiç yazmamış olanlardır." diyor Cioran. Ne de çok hak veriyordum ona. Kalem kadar sadık bir dostu, kâğıt kadar yükünü taşıyacak bir sırdaşı olması gerektiğini düşünenlerdenim bende. Bize bizden başkası yok zira. Gerisi, cevap vermek için kulak kabartmış kimseler ..
        Kimseyle konuşmasa da hep bir diyalog halinde insanoğlu: Kendisiyle. En yakın arkadaşı kendisi. Çekinip anlatmaya utandıkları yine kendisinde. Bize bizden başka dost var mıydı? Yazıyorum çünkü yazana kadar sorumluluk bana ait, yazdıktan sonra kalemime."Gülmek bir zaferdir; ölüm ve yaşam karşısındaki hakiki zafer." diyen Cioran'ın sözleriyle teselli buluyorum. Sonra maskemi takıyorum: Gülümsüyorum.









Ebru Bodur

Okunmamış Mektup

 

        Her insan sonsuz bir hazine.İçinde envai çeşit mücevher.Her birimiz yıllarca sevgiliye gönderilmek üzere muhafaza edilmiş birer mektup.Kimdi bizim  okuyucumuz?kime gönderilmiştik?Kelimelere dili dolaşa dolaşa yazan göndericinin heyecanı kadar heyecanla bekliyor muydu alıcısı da?Sabırsızlık kelebeği kalbine konmuş çarpıyor muydu?Kervandan dönen sevdiğine kavuşmanın mutluluğunu taşıyacak mıydı avuçlarında? Ya biz? Biz okumuş muyduk "Ey Sevgili"nin "En Sevgili"nin "Ey Kulum!Ben seninleydim sen kiminleydin?"  diye soran sahibinden getirdiği mektubu ?






Ebru Bodur

28 Mart 2015 Cumartesi

Ey Bi Çare!


                                                                                                         


          "Çıkarın beni buradan.Niye buraya koyuyorsunuz? niye bana cevap vermiyorsunuz? Hey! Nereye gidiyorsunuz?Beni yalnız bırakmayın .. Gitmeyin! " feryatlarını duymadığımız için mi bu kadar rahatız ?! Anlamamız için illa o toprağın altına o tabuta girmemiz mi gerekiyor?Toprağın insanı yutmasına şahit olan gözler karşısında diller niye hâlâ zehrini akıtmaya, kalpler kin kusmaya devam eder ki ?!Görmezler mi bi çareleri ? Düşünmezler mi kendilerini?
          Fanisin ey insan!Anla artık!Dinle artık!Senin de sonun gelecek, kulak ver.Senin de kaderin kara toprağın altında bitecek.Ölümün, sonun olduğu bu dünyada neyin kavgası, neyin davası?Yetmedi mi kaybettiklerin, kaybettirdiklerin?Cenaze töreninde bile kin kusuyorsa kalpler, görmüyorsa gözler, kabarmışsa koltuklar .. Kime bu yiğitlik kime bu meydan okuma?Görmez misin kendini orada, düşünmez misin kara toprağın altında?
         Gör ki ey bi çare, aldılar elinden sevdiğini!Tutabildin mi ölüm karşısında ya da gidebildin mi onunla?Gitmeyi göze alabildin mi?Bak nasıl da atıyorlar toprağı üstüne nasıl da bırakıp gidiyorlar. Ne kadar acizsin değil mi?en kudretli karşısında ne kadar da düşkünsün, yardıma muhtaçsın ki tutamadın ellerinden ölümüne engel olamadın, kibirden kabarmış yüreğin yetmedi.
          Haturla ey bi çare! "Muhakkak ki her canlı ölümü tadacaktır(Ankebut/57) ."Sen de yatacksın musalla taşına.O böbürlendiğin, kudretine karşılık kudret gösterdiğin Rabb'inden(c.c.) başka da kimse duymayacak seni.Ve işte son söz:

  "Ruhuna el-Fatiha"




Ebru Bodur



                                                                                                       

İncitmemek için incitmek





    Pazar günüydü, konuşuyorduk. Dünkü mesajlarıma neden geç cevap verdiğini (1 gün ya da 2 gün sonra) sordum. Beni incitmemek için "Yoğundum." dedi. Ardından "dün arkadaşlarıyla havuza gittiğini, bugün de futbol maçı yaptıklarını" söyledi. Kırılmıştım. Çok yoğunmuş(!) gerçekten. Ve ben, bu yoğunluğun içinde dinlenmek üzere ihtiyaç duyulan bir "durak" kadar olamamıştım.Belki de hiç olamayacaktım.

....

        Ve hiç olmamıştım.




Ebru Bodur

27 Mart 2015 Cuma

Milena'ya Mektuplar

                             




                                              Prag, 8 Temmuz 1920 

                                             Salı, daha geç bir saat 
   8.

     Mektubu postaya verdikten sonra aklıma geldi. Senden böyle bir şeyi nasıl isteyebildim? Bu işi temizlemek ya da bir çıkar yol bulmak sadece beni ilgilendirmelidir. Neden seni bu işe karıştırıyorum? Hiç tanımadığın birine nasıl yazabilirsin? El yazının, imzanın başkalarının eline geçmesini istemezsin de belki. Affet beni Milena. Bu konuda yazdığım mektupları, telgrafı hepsini affet .. Bu davranışım senden ayrılmanın verdiği acıdandır. Hiç önemi yok, kıza yazmayabilirsin, ben bir yolunu bulurum. Kendini üzme. Bugün çok dolaştım ve biraz yorgunum. Sanırım bu nedenle .. Yarın da amcam geliyor, yalnız da kalamayacağım. Daha iyi bir şeyden söz etmek istiyorum. En güzel hangi gün giyinmiştin Viyana'da biliyor musun? Delicesine güzeldin .. Pazar günü! 


Franz Kafka / Milena'ya Mektuplar                          

Satır Araları




Dertlere kısa bir mola vermenin çaresi satır aralarına kaçmaktadır bazen. İnsanın aklıyla kalbinin birbirine misafir olmasından mıdır nedir dökülüverir sözler dilinden su misali .. Ve beden hoşnut olur bu mihmanlıktan. Bir bakmışsın ki bahar esintisi eşlik etmiş bu kederli yolculukta. Encüm gibi parlamakta gözlerin. Umutların yeniden pervazlarını çırpmakta ..






Ebru Bodur




     

Sessiz Çığlıklar



     8.45 dersi için 7.00'de uyanmıştım.8.00'de yola çıktım.8.05 otobüsüne bindim.Bir süre boyunca ilk basamakta gitmek zorunda kaldım. Öyle kalabalıktı ki...Öylesine sessiz ama öylesine de çığlıklar vardı otobüste. Hiç kimse ağzıyla konuşmuyordu. Ama yüzlerce ses, yüzlerce düşünce boğuşuyordu birbiriyle. Kimi dinlenemeden gittiği işe dinlenemeden nasıl çalışacağını düşünüyordu, kimi hastanede yaptıracağı tahlili, kimi sınavlarını, kimisi de aşkını...
     Hiç kimse konuşmuyordu ama yüzlerce ses vardı işte. Duymuyordum... Ama vardı biliyordum!






Ebru Bodur