30 Ağustos 2015 Pazar

Bir De Bağlaç Der Geçeriz





  Bir bağlaç ne de çok şey değiştirir hayatımızda. Hiç düşündünüz mü? İlahi sen de, diyeceksiniz. 'Neden düşünelim?' . 'Siz onu yetimlere sorun.' derim. Bir 'ile' düşünün. Ne çok hayallerini, rüyalarını süslemiştir, yüreği üşümüş çocukların.

     Bir bağlaç çok şey değiştirir hayatımızda. Ya koca bir ömür katar ömrümüze ya da koca bir ömür siler ömrümüzden. Bir yetim için 'ile' demek, bağrına basacak, geceleri üstünü örtecek, hasta olduğunda alnına kondurduğu bir öpücükle ateşini ölçecek,  sevgisini katarak çorba pişirecek bir 'anne' demek, başını okşayacak, istediği oyuncağı alacak, oyunparkına götürecek, hakkında kahramanlık destanları anlatacak bir 'baba' demek. Bir '-de' bağlacı düşünün. Sıcaklığını hissedeceği bir yuva demek. Bir bağlaç çok şey demek. Şimdi . . . Bir daha düşünjelim mi ?




                Ebru Bodur

1 Temmuz 2015 Çarşamba

Bi yerler, şeyler ..





        Radyoda şarkı çalıyor, dinlemeye bile mecalim yok. Bir şeyler mırıldanıyor ama ne diyor bilmiyorum. Karşımda şehrin en güzel manzarası, bakıyorum ama görmüyorum. Biraz ev, biraz yol, ağaçlar, çiçekler var biraz da deniz. Bakmak var işte, bide görmek. Bu sabahki poğaçalar çok tazeymiş öyle dediler, ağzıma bir şeyler attım ama neydi bilmiyorum. Çay içmedin sen bugün, alalım mı  tarzında bir şeyler dediler; anlamadım  ama hı hı dedim. Oda buz oldu zaten, ilk yudumum aynı zamanda son oldu. Otobüse bindim sabah, bir yerlerden geçtim ama tanımıyorum. Bakıyorum ama görmüyorum. Sadece küçük bir kızla bakışıyoruz o ağladıkça ben rahatlıyorum. Son durak diyor şoför yüzüne bakıyorum ama anlamıyorum, yanımdaki adam telefonun çalıyor diyor bir an Grahambell'e kadar gidiyor aklım, hı hı diyorum ama açmıyorum. Şu dünyada yaşayan milyonlarca sevgi müşterisinden sadece biriyim. Tezgahta kalmamış, sırada bekliyorum. Dokunmayın bana! Dünyanın en güzel besteleri de çalsa burnumda, yazabilecek sözüm yok.


                                                  Kezban Fettah

28 Mayıs 2015 Perşembe

İçim Çok Kalabalık

 

   İçim ,yine çok kalabalık bugün. Sesler birbirine karışmış seçemiyorum. Hepsi aynı kalabalıkta. Hepsi birbirinden daha ağır basıyor. Hangisini dinlesem daha dertli geliyor tınısı. Uzaklaşamıyorum içimden, soyutlayamıyorum kendimi. Bırakıp gidemiyorum. Bırakmıyorlar beni. Bir müzik sesi ilişmeye çalışıyor kulağıma, duyuyorum, ama ne söylüyor anlamıyorum. Oradan uzaklaşıp, başka bir yöne ilerliyorum. Genç bir kız adres soruyor. Anlamsızca bakıyorum yüzüne, cevap vermeden dönüyorum arkamı. İlerde bir pisicik çarpıyor gözüme,  ayağıma sürtünüp "Beni sev" diyor sanki tüm şirin hareketleriyle. Halim yok pisicik, vaktim yok. Yetişmeye çalışırcasına hızlı hızlı adımlarla ilerliyorum,  nitekim yorulduktan sonra fark ediyorum, yetişeceğim bir yer yok. "Evladım , simit alır mısın?" diyor amcam, harçlığını çıkaracak belli ki. "İçim çok kalabalık amca, sağol"diyorum. Telefonumun ısrarla titremesiyle irkiliyorum. İşi düşenler aramış: "Sıranızı bekleyin" diyorum, "İçim çok kalabalık". Karaköy'den otobüse biniyorum. Meraklı bakışların hedefi oluyorum. Herkes bir şey söyleyecek oluyor. Elimi kaldırıyorum, "Sıranızı bekleyin, içim çok kalabalık".

   


                                Ebru Bodur

27 Mayıs 2015 Çarşamba

Ne Senle Ne De Sensiz Bursa


       13.10 vapuru .. Yolcu kalmasın! Yine bir ayrılık yine bir kavuşma vakti. Istanbul için ayrılık Bursa için kavuşma vakti .. Bilmem ki nedir bu heyecanın sebebi? Öylesine çocuklar gibi şen, öylesine yerinden çıkacak bir yürek. Bu vapur şükür sebebim: binbir umudum var içinde, hayallerim, hüzünlerim. Hele ki martılar, adeta haykırıyorlar Yaratıcı'nın eşsiz sanatını, 'Yaradan'a tesbih edin.' diyorlar. Her biri öylesine güzel ve özel.
      Simit atmayı ben de çok sevdim. ama ekolojik dengelerini bozduğunu öğrendiğimden beri atmıyorum. Her vapura binişimde bu ne muhteşem sevinç, subhanAllah! Martılar yine sahiplerini bekliyor. Her biri bir seyyah .. Kimin elinden ekmek yiyecekleri belli değil. Ha bir de müzik. Kulağımda tınısı, elimde defterim, cam kenarında kalorifer ve camın dışında denizle martılar.
      Ne senle ne de sensiz Bursa. İçimdeki bitmez dava. Araftayım. Ama bilirim ki hiçbir varlık rızkı için düşmez şüpheye. Onu bir gözetleyen, onun rızkını düşünen var bilir çünki. Ben de kendimi sana teslim ettim Allah'ım. Özleyeceğim biliyorum. En çok da vapur yolculuğumu. Bursa'ya yolculuğun en güzel yanı. Bursa'yı o kadar çok seviyorum ki; bir çocuğu sever gibi, bir aşık gibi .. Kim bilir ... Belki o da beni seviyordur. Olamaz mı ?


                                Ebru Bodur

21 Mayıs 2015 Perşembe

90'larda Çocuk Olmak


     

      Sana sesleniyorum çocuk: Şansını bil. Sesimi duy çocuk. Beni iyi dinle. Bilir misin etrafı zırhla kaplı site içlerini? Her biri en az yirmi kattan oluşmuş zindana mahkum olmayı bilir misin? Televizyona mahkum olmayı, sadece bir kaydıraktan kayabilmek için annenin ya da babanın eve gelmesini seni dışarı çıkartmasını beklemeyi bilir misin? Yaşamak ile duymak arasındaki ayrımı bilmezsin sen çocuk. Senin sevinç çığlıklarını televizyondan duyuyorum ben. Bir sürü arkadaşın oluyormuş demek, hem de maç yapabilecek kadar! Sokaklara doymak bilmemişsin be çocuk! Her kaldırım taşında ayak izin kalmış, her duvarda saklambaç oynadığın elin.. İstop oynarken tuttuğun renkleri sokaktan geçen insanların üzerlerinde unutmuşsun.
     Ben hala akşamları bekliyorum çocuk. Sen ise yutmuşsın sabah ile akşamı. Yorulmak bilmedin mi çocuk? Kaç tur attın bisikletinle? Bugün kaç tur verdin arkadaşına? Akşam ezanından sonra geldiğin için kaç azar işittin? Ben senin oyunlarını bilmem çocuk, sen de benimkileri bilmezsin. Ben senin sokağına inemedim, senin sokağından geçemedim. "Anneeeee, suuuuuuu!" diye bağıramadım avazım çıktığı kadar balkona. Benim sesim karışmadı çocuk sesine. Düşünce yara olan dizimin acısını oyuna dalarak unutmadım hiç. Tasolarını, aterilerini babamın fotoğraflarından gördüm hep. Bizim sitemize "Dönme dolap" gelmez, oyun alanına biz gideriz. Barış Manço senin de başını okşadı mı çocuk? Babam anlattı, çocukları çok severmiş. Mavi önlük de yakışmış sana çocuk, hem de çok.
      Beni tanımadın değil mi? Tanımazsın çocuk, boşver .. Sen 90'ların haylaz ve neşeli çocuğusun ben iyi bilirim. Mahallenin abileri korur seni. Arkanda bakkalcı Ramazan Amca, yanında terzi Nejla Teyze .. Sokaklarda göğüs gere gere oynamanın rahatlığını bilmem ben. Sen beni tanımazsın, tanıma çocuk.

    Çocukluğuma selam olsun ...



  
        Ebru Bodur


30 Nisan 2015 Perşembe

Gelecekten Mektup


    Şu sonu olan dünyada her şeyin bir sonu var da özlemin yok. Bir tek özlem tükenmiyor. Özle özle bitmiyor, bitemiyor. Dağlar taşların ardı sıra düşmüş, boğazımda düğümlenmiş. Yutkunamıyorum. Şifa dolu elleri, kasa kasa sevgi yüklü kalbi, umutla parlayan gözleri, güven kokan sözleri .. Annem. Özlüyorum işte. Biliyorum bir kelimeye bu kadar ağırlık yüklemek haksızlık. Biliyorum, tek kelimenin  harcı değil, kaldıramaz.
     Gidiyorum anne. Kızın gelin oldu gidiyor. Benim evim artık senin evin değil. Annem. Gidiyorum. Ama yine senin büyümeyen kızın olacak mıyım? Yine basacak mısın bağrına, sabahları yatacak mısın yanıma? 'Ben seni vermeyeceğim.' demiştin ya niye verdin anne? Sözünde durmaz mıydı anneler? Sen öyle demiştin ya, beni bırakmazdın. Kim bilir ne kadar da güzel görüyorsundur beni. Anne olunca ben de senin kadar güzel görebilecek miyim yavrumu? Ellerin ne kadar da sıcak, yüreğinden mi geliyor bu sıcaklık? Başını göğsüne yasladığımda kalbin ne kadar hızlı atıyor. Sahi beni çok mu seviyorsun anne?
    'Kızım ya, sen gitme benimle kal. Ben sensiz ne yaparım?' demiştin. Sahi ne yapacaksın annem? Kimlere emanet edeyim ben seni.
    Bak kızın gelin oldu gidiyor. O da "el"ler kervanına karıştı yol alıyor. Senin kadar düşünürler mi orada da? Senin gördüğün kadar güzel görürler mi beni, titrerler mi üstüme? Niye verdin beni annneee? Hani vermezdin?
     Seninle geçirdiğim her an ne kadar değerli, sensiz geçen her an ne kadar boşmuş. Yıllardır görmemişçesine özlüyorum seni. Sensiz geçen her günüm gözyaşı olup boğazımda düğümleniyor. Korkuyorum anne. Sensizlik dibi görünmeyen kör bir kuyu gibi. Sensizliğe alışır mıyım anne? Ama .. Ben alışmaktan da korkuyorum. Hâlâ huysuz bir kızım değil mi? Ben de senin kadar iyi bir anne olabilecek miyim sence? Çocuklarım da beni sevecek mi? Ama ben yemekleri senin kadar lezzetli yapamıyorum ki! Salçayı hep fazla koyuyorum bilirsin. Pantolon ütülürken çift çizgi yapıyorum, cam kenarlarını silmeyi hâlâ unutuyorum. Ben senin kadar mükemmel olamam ki anne.
     Senin evine yine evim diyebilir miyim? Benim başka bir evim daha var ama olsun. Burası bizim değil mi annecim? Ben geldiğimde en sevdiğim yemekleri yapar mısın, fakülte yıllarımdaki gibi? Fakülte yıllarımda sürpriz yapıp erkenden eve  geldiğimde niye kızdığını şimdi anlıyorum. Özlemin ağırlığını taşıyamıyormuş yürek. Sen beni öyle bir kucaklıyordun ki hepsi geçiyordu. Şimdi de geçecek mi? Yine ağlayarak mı yolcu edeceksin? Özlem korkutuyor değil mi annem?
    Ben senin kadar güzel kokamıyorum. Senin kokun dünyalara bedelmiş be annem! Hem benim evim, bizim evimiz gibi kokmuyor anne. Duvarları gülmüyor yüzüme, mutfağı selamlamıyor, kapıları kucaklamıyor. Sen yine de benim evime gelir misin? Kusurlarımı görmezden gelir misin? Yadırgamazsın değil mi annem? Benim evimi de ev yapar mısın, sahip çıkar mısın? Sensizim anne, sensizim.
    Bana kızma anne, başka bir adamla gittim diye. Kalbim hâlâ seninle. Seni hâlâ çok seviyorum. Kimse seni sevmemi engelleyemez ki. Senin sevgini geçemez kimsenin sevgisi. Gülüşü cennet annem, avuçları şifa, sözleri deva. Kızın gelin oldu gidiyor. Kızın büyüdü. Onunla beraber yüreği de büyüdü. Kalbi daha fazla sevgiye bölündü. Sen de  ... Böyle mi büyüdün anne?!






Ebru Bodur

27 Nisan 2015 Pazartesi

Seversek, Hayat Sever Bizi

   
  Sevin, çokça sevin dostlar! Katılaşmış yüreklerin ilacıdır sevgi. Buz tutmuş demeyin; zaman verin. Hangi yürek vardır ki sevgi karşısında yağ gibi erimeyen? Bir tebessüme aç yürekler sarmış dört yanımızı. Ondandır huysuzluğumuz, yapamadığımız,  cesaret edemediğimiz için karşıdan bekleriz. Bi adım bekleriz , hep bi adım .. Ah o bi adım atılsa ama atılsa işte! Beklemesek karşıdan bu sefer biz yapsak. Biz özür dilesek utanmadan; biz adım atsak karşılık beklemeden; biz tebessüm etsek sevabını El Bari'den umarak .. Toplayabilsek o cesaretimizi damarlarımıza! Sabırsızlığımız sevgimize bile yansımış. Unutmuşuz binbir sabırla sevgiyle yetiştirdiğimiz çiçekleri, unutmuşuz başlı başına 'sabır taşı' olan annemizi .. Velhâsılkelam sevin, çokça sevin dostlar! Tüm gücünüzle sevin ki, tüm gücüyle sevsin hayat sizi .. 






Ebru Bodur

20 Nisan 2015 Pazartesi

Benim Ütopyam

    İnsanlar günümüzde üstün güçlere sahip değiller. Yemek yerler, içerler, yürürler. Ama her insan üstün güce sahip olmayı ister: Her istediğine istediği anda sahip olmayı. Teknoloji o kadar çok ilerledi ki artık telefonlarla televizyonlarla bilgisayarlarla her istediğimize kavuşabiliyoruz aslında. Beklemek yok. Sabretmek yok. Umut etmek yok. Dile ve olsun! Öyle bir duruma geldik ki telefon ve televizyon bize ne yapmamız gerektiğine, ne kadar yememiz, ne kadar içmemiz gerektiği,kaç kilo olmamız gerektiğine dair ipuçlarını adeta cerrah ustalığıyla beynimize yerleştiriyor. Bizler artık koşa koşa elimizdekini avucumuzdakini vererek kliniğe gidiyoruz ve zayıflamak istediğimizi söylüyoruz. Çünkü en özeline, en güzeline, en ideal olana dair fikirler bize dikte edilmiş bir kere.
    Artık ailemize ihtiyacımız yok. Çünkü sosyal ağlarda yüzlerce arkadaşımız var. Ama hâlâ mutlu değiliz, hâlâ yalnızız. Yakında insanlarla konuşabilen, dertleşebilen, Güzin Abla konumunu işgal edecek telefonlar çıkacak zannımca. Hatta Apple markasının "Siri" uygulaması bunun alenen göstergesi.İnsan ilişkileri böyle yozlaşıyor. Gençler telefonla uğraşmaktan iletişim kurmayı hatta konuşmayı unutuyor, "kem küm" ediyorlar deyim yerindeyse.Teknoloji üretirken biz onun efendisiydik, ürettikten sonra o bizim efendimiz oldu. Öyle ki onu üretenler bile onun kölesi haline gelip kapitalizme hizmet için daha da fazla her gün biraz daha olanaklısını geliştiriyor ve piyasaya sürüyorlar. Kendi elimizle biraz daha kendimizin hizmetlisi oluyoruz.
    Öyle bir dünya olsun ki insan ilişkileri samimiyetini hep taze tutsun. Topyekûn geriye bir dönüş yapalım, teknolojisiz devre dönelim demek elbette haksızlık olur. Zararlarının yanında pek çok yararı da var. Öyle bir dünya olsun ki insanlar teknolojiye rağmen insan kalsınlar. Anne ne demek, baba ne demek, kardeş ne demek hiç unutmasınlar. teknolojinin tüm cazibesine rağmen birbirlerini seçsinler. Para, aile ilişkilerinin önüne geçemesin. Elitin avâmı ezmediği bir dünya olsun. Hatta "elitlik" ve "avâmlık" ayrımını ortaya koyan maddiyat ilişkilerin önünde durmasın. İnsanlar bankaya vs. gittiklerinde kıyafetleriyle hürmet görmesinler. Akşam ailecek bir arada oturup birbirlerini dinleyebilsinler. Sobanın üstünde pişen bir kestane olmasa da çaydanlıkta kaynayacak bir bardak çayları mutlaka olsun. Arkadaşlık işini yaptırmak için ihtiyaç gördüğün bir aracıdan ibaret olmasın. Öyle bir dünya olsun ki bir kalpten başlayıp öbür kalpte son bulan sevgiden köprüler olsun. "Sevgi köprüsü" tabelalarda değil, yüreklerimizde olsun!





Ebru Bodur

15 Nisan 2015 Çarşamba

Misafirin Hikmeti


   Bir köyde misafirler çok sevilirmiş. Köye gelen her misafir köyün yerlileri tarafından ağırlanmak istenirmiş. Yalnız bu köyde bir hanım var ki misafiri hiç mi hiç sevmezmiş. Beyi de hanımı yüzünden evine davet edemezmiş. Yine birgün köye misafir geleceği haberi alınmış. Köy odasında toplanan köylüler misafiri aralarında paylaşamamışlar. Şöyle bir karara varmışlar: Köyün girişine herkes bir taş koyacak misafir hangisini beğenir de üstüne oturursa o taşın sahibi misafiri ağırlayacaktır. Herkes en düz, en temiz taşı bulup koymuştur amma hanımı misafir sevmeyen adamda en sivri taşı koymuştur. Vakit gelmiş, misafir köye inmiştir. Geleneği öğrenen misafir sivri taşı görünce pek bir şaşırmış, işin sırrını öğrenmek için sivri taşı seçmiştir. Bey ne yapsın el mahkum götürmüş misafiri. Hanımı da artık Allah ne verdiyse hazırlamış sofrayı ve odadan çekilmiş. 'Allah Allah hangi akıllı sivri taşı seçer ki ? ' diye de düşünmüyor değilmiş. Kapı deliğinden izlemeye karar vermiş. Bir de ne görsün? Misafir bir kaşık alıyor, on kaşık bereket yağıyormuş .Bir kaşık alıyor, on kaşık bereket yağıyormuş. O günün hikmetiyle bir ders almış. 🍀 Misafir on bereketle gelir, birini yer, dokuzunu bırakırmış .. 😊 



/ 20.yydan derlenmiş bir hikaye /

11 Nisan 2015 Cumartesi

Yalnızlık Fetişizmi



  Hepimiz yalnız olduğumuzu söylüyoruz. Peki ne kadar yalnızız? Yalnızlık modern efendilerimizle bir köşeye çekilmek mi? Köleliğimizin ne kadar farkındayız? Yalnızlık .. Kime göre neye göre yalnızlık? Hiçkimsenin olmaması mı yalnızlık yoksa milyonların içinde kendi tahtına çekilmek mi?
   Şimdilerde  moda olmuş bu kelime. Elimizde akıllı telefonlar, tabletler sosyal medyada haykırıyoruz: 'Yalnızım!' Kim yalnızlaştırıyor bizi? Kendimiz? Olabilir mi? Eskilerde herkesten saklamaya çalıştıkları şeyle şimdi sosyal ağlarda prim yapılıyor. Moda denen şey ne kadar tehlikeli işte küçük(!) bir yansıması. Moda .. Moda .. Moda .. Ah ne kelime ama!
    Bir balık denizin içindeyken bulunduğu yerin farkında mıdır dersiniz? İnsan da teknoloji çılgınlığından çıkana kadar fark edemeyecek kanaatimizce. Tarih boyu hiçbir şeye boyun eğmeyen âdemoğlu teknolojinin önünde nasıl da hemen diz çöküverdi?






Ebru Bodur