3 Nisan 2015 Cuma

Tam Da Ortasındayım

   

    Vapurları hep sevdim. Hem giderken hem dönerken .. Hem hiç gitmemiş hem hiç dönmemiştim. Orada bir yerdeydim. Ama neredeydim? Tam da ortasındaydım sevinçlerimin. Bedeni ve ruhu bir bütün değil miydi insanın? Nasıl da birbirinden bağımsız gezebiliyorlardı o zaman? Neden beni düşünmüyorlardı? Şikayetçi değildim bu durumdan. Hiçbir zaman da olmadım. Bursa başkaydı benim için. Anlatmalara doyamadığım anlatırken de gözyaşlarına hakim olamadığım. Ama niçin akıyordu o yaşlar? Sebebi neydi? Nasıl bu kadar içli sevilebilirdi? Ya da neden bu kadar içli sevilebilsindi!? Ah Bursa bana n'aptın? İnsanları kendine nasıl bağlıyorsun öyle?
     Belki de vapurları hep bu yüzden sevdim. Tam da ortasındaydım çünkü. Sağım Bursa solum Istanbul. Kalbimi ikiye bölemezdim.
     Her gün ayrı telaşlar .. Her binişimde farklı yüzler, farklı sesler, belki de farklı martılar :) Onların içinde envai çeşit hayal. Bugün de doymuştu martılar, bugün de kazanmıştı vapurun kantini. Bugün de kavuşmuştu insanlar: Kimi geleceğine kimi geçmişine.






Ebru Bodur

1 Nisan 2015 Çarşamba

10 yaşımın dünyası pamuk şekerdendi

 

     Mümkün olsaydı geçmişe gitmek 10 yıl öncesine giderdim. 10 yaşında olduğum zamana giderdim. 10 yaşımın dünyası pamuk şekerdendi. Her şey öylesine lezzetli öylesine doyurucuydu. Tek derdimiz, akşam ezanıyla sona eren oyunlarımız. Evde son bulan beş taşlarımız. Kapımızın önüne serdiğimiz kilimin üstünde oyuncak bebeklerimiz ve mutfak eşyalarımız. Yakan topta tuttuğumuz canlar, şarkılı yerden yüksekler, 'Tilki tilki saatin kaç?', 'Yumurtan var mı kurt baba?', 'Ortada kuyu var yandan geç.', vezirganbaşı .. Tek derdimiz kanamadığımız oyunlarımız.
      10 yaşımın dünyası pamuk şekerdendi. Kalbim pamuk, gülüşlerim şekerdi. Serbest resim derslerinin tek bir teması vardı: yaz-kış bacası tüten evler, yanından geçen akarsu, mavi bulutlar ve güneş hep el ele.
      10 yaşımın dünyası pamuk şekerdendi. İçinde cıvıldaşan kuşlar, coşkuyla akan dere, envai çesit çiçek. Hepsi pamuk şekerin farklı renkleriydi. Mesela sevginin rengi pembeydi. Acı çekmenin rengi yoktu. Çünkü acı çekmek yoktu. Sadakatin rengi sarıydı. Isıtsın diye içimizi. Gururun rengi şeffaftı. O kadar ince o kadar hassastı. Umudun rengi maviydi sonra. Gökyüzü kadar sonsuz, gökyüzü kadar çok, gökyüzü kadar bize kanat gersin diye. Utanmanın rengi kırmızıydı. Göstersin diye tüm saflığımızı. Mutluluğun rengi turuncuydu. Cesaretin rengi beyazdı.
    10 yaşımın dünyası pamuk şekerdendi. Her bir duygu, gökkuşağının bir rengi. Gökkuşağının öbür ucunda kapı. Açıldığı anda acının gri, hüznün siyah rengi selam verir hüsranla. Şimdi içeride kalmak da kapıdan çıkmakta bizim elimizde. Biz istersek pamuk şekerden ağaçlar, pamuk şekerden evler, pamuk şekerden kapler olur. Biz istersek hayat pamuk şeker olur.
      Hayatınızın pamuk şeker tadında olması dileğiyle ..






Ebru Bodur

Kalbimiz ağrır mıydı?

 

  Bugün yine okula gidemedim. Ben söylemeden tahmin ettiniz değil mi? Yine ayağım ..Evet, yine. Bugün de istirahat bugün de en sâdık dostum; kalemim. Hayır hayır durun bir dakika. Size yalan söylemeyeceğim. Bunu yapmaya hakkım yok. Ağrıyan ayağım değildi, kalbimdi. Evet kalbim. Ayağımın ağrısını duymuyordum kalbimin ağrısından. Ayağımın ağrısıyla setrediyordum ağrıyan kalbimden duyduğum utancı. Utanmak ayıp olmasındı. Kalbimiz ağrımasındı, ağrımasındı ki acımasındı ayağımız.

    Ne çok canımız yanıyor, kalbimiz ağrıyor? Kalbi ağrır mıydı insanın? Haberi var  mıydı canımızı yakanların canımızın yandığından ya da olsa haberi yakar mıydı yine canımızı? Soruyorum. Sadece soruyorum kendime. Birbiri ardına gelen ama bir türlü cevabını bulamayan sorularımla tüketiyorum kendimi. Soramıyorum canımı yakanlara, onların hıncını kalbimi ağrıtarak çıkarıyorum. Yine ben canımı yakıyorum, yine ben. Heh! Şimdi buldum cevabı. Başkaları değilmiş canımı yakan.

     Bizdik kendimize hem dert hem çare olan. Bizdik kendimize hem yara hem merhem olan.





Ebru Bodur

30 Mart 2015 Pazartesi

Neydi Yağan Kar?

                                                                             




                                                                                   19.02.15/Bursa


          Bugün beyaz örtüsünü taktı Bursa.Her zamankinden daha güzel daha saf görünüyor.Tarifi yok güzelliğinin.Çocuğuyla yaşlısıyla kadınıyla erkeğiyle dışardaydı Bursa. O kadar güzel yağdırıyordu ki Yaradan .. Öylesine zarif, öylesine ince. tane tane .. Her yürek kartopu oynamak için çarpmıştı bugün.
          Neydi yağan kar?Sevinçti, heyecandı, kartopuydu, oyundu.Çünkü sıcacık eldivene, sıcacık bir yuvaya sahipti sevinen yürekler.Peki ya beyaz örtüyü evi edinmiş, ağaçlar çatısı olmuş hayvanlar, insanlar sevinebilsin miydi?Onların sevinecek zamanı yoktu.Bugün de nereye sığınacaklarını düşüneceklerdi.Öncesinde karın doyurması gerekiyorlardı bir de.Sevinen yürekler karşısında düşünen yüreklerdi onlar.Bizim umursamazlığımza inat umursanmaya çalışan yüreklerdi.Bizim gereksiz kaprislerimize karşılık dertli yüreklerdi.
         Soğuktan morarmış elleriyle beyazın moruydu onlar, çan kanağına dönmüş gözlerle beyazın kırmızısıydı onlar, açıkta kalmış yanaklarla beyazın pembesiydi onlar .. Bizim renk körlüğümüze inat karın her rengiydi onlar.





Ebru Bodur

29 Mart 2015 Pazar

   Bir elmanın birbirinden değişik görünüşleri olabilir. Masanın üstünde elmayı bir an olsun görebilmek için boynunu uzatan çocuğun görüşü ve bir de elmayı alıp, onu masadaki arkadaşına rahatça veren efendisinin görüşü.


Franz Kafka / Aforizmalar
    "İnançtan mahrum olduğumuz söylenemez. Sadece yaşıyor olmamız bile, tüketilmeyecek bir inanç değeridir.", "İnanç değeri bunun neresindeymiş? Yaşamamak elde değil ki." , "İnancın insanı delirtecek kadar büyük gücü, bu 'elde değil ki'dedir ve bu olumsuzlama da açığa vurur kendini." Evden çıkıp gitmen gerekmiyor. Masa başında dur ve beni dinle. Beni dinlemesende olur, sadece dur. Beklemesen de olur tamamen sessiz ve yalnız ol. Dünya maskesini düşüresin diye kendini sana sunacaktır; elinden başka bir şey gelmez; çekiciliğe kapılmış, ayaklarının dibinde kıvranacaktır.



Franz Kafka / Aforizmalar

Ne De Çok Haklı Cioran

   




       "Yazmak olağanüstü bir tesellidir. Eğer yazmamış olsaydım, katil olabilirdim. İfade etmek bir kurtuluştur." diyor Cioran. Sonra , dokuz yaşındayken çok kızdığım bir arkadaşım için "X'ten nefret ediyorum." diye sayfalarca günlüğüme yazdığım canlanıyor gözümde. Ardından yüreğimde bir kuş hafifliği, kanat çırpıyor serinliklere."Yazmak, kendi kendini tedavi etmektir." diye devam ediyor. O an anlamını buluyor bütün anlamsızlıklarım. Şimdi idrak edebiliyorum, sakinleşmemin sebebini. Ciğer çalan bir sokak kedisinin ustalığıyla tüm öfkelerimi, hayal kırıklıklarımı bırakıp kaçmıştım.
        Ve yine "En ilginç ki kimseler hiç yazmamış olanlardır." diyor Cioran. Ne de çok hak veriyordum ona. Kalem kadar sadık bir dostu, kâğıt kadar yükünü taşıyacak bir sırdaşı olması gerektiğini düşünenlerdenim bende. Bize bizden başkası yok zira. Gerisi, cevap vermek için kulak kabartmış kimseler ..
        Kimseyle konuşmasa da hep bir diyalog halinde insanoğlu: Kendisiyle. En yakın arkadaşı kendisi. Çekinip anlatmaya utandıkları yine kendisinde. Bize bizden başka dost var mıydı? Yazıyorum çünkü yazana kadar sorumluluk bana ait, yazdıktan sonra kalemime."Gülmek bir zaferdir; ölüm ve yaşam karşısındaki hakiki zafer." diyen Cioran'ın sözleriyle teselli buluyorum. Sonra maskemi takıyorum: Gülümsüyorum.









Ebru Bodur

Okunmamış Mektup

 

        Her insan sonsuz bir hazine.İçinde envai çeşit mücevher.Her birimiz yıllarca sevgiliye gönderilmek üzere muhafaza edilmiş birer mektup.Kimdi bizim  okuyucumuz?kime gönderilmiştik?Kelimelere dili dolaşa dolaşa yazan göndericinin heyecanı kadar heyecanla bekliyor muydu alıcısı da?Sabırsızlık kelebeği kalbine konmuş çarpıyor muydu?Kervandan dönen sevdiğine kavuşmanın mutluluğunu taşıyacak mıydı avuçlarında? Ya biz? Biz okumuş muyduk "Ey Sevgili"nin "En Sevgili"nin "Ey Kulum!Ben seninleydim sen kiminleydin?"  diye soran sahibinden getirdiği mektubu ?






Ebru Bodur